30 Temmuz 2017 Pazar

KALP ATIŞI

Son yıllarda artan bir hastane dizisi furyası var. Bu furyanın son ürünü ise Kalp Atışı isimli yapım. Genelde eşim bu tür yapımları pek sever. Yerli yabancı bir çok dizi izlemişliği vardır. Bu diziyi de 5 yaşındaki kızımızın dizinin ilk bölümünden sonra doktor olmak istediğini söylemesi üzerine takip etmeye başladım.

Dizi klasik bir hastane dizisi. Acil müdahaleler, ameliyatlar, muayeneler arasında sürüp giden aşk ve ihtiras hikayeleri. Hasta-hekim diyalogları, kurtarılan hayatlarla yaşanan sevinçler, yitip gidenlerin ardından duyulan hüzünler.

Bunun yanında son yıllarda süregelen itibarsızlaştırma kampanyasının sonucundan mıdır bilinmez bir detay daha var artık yeni hastane dizilerinde. Doktora uygulanan şiddet. Hemen her bölümde bir olay var. Bir bölümde doktora demir sopayla saldıran eski bir hastane çalışanı. Bir bölümde doktora silah çeken hasta yakını. Bir başka bölümde yakınının vefat haberinin ardından doktorun boğazına sarılan bir vatandaş. Son bölümde ise nöbet geçiren bir hastanın saldırısına maruz kalan bir doktor.

Şimdi bunlar son zamanlarda karşılaştığımız hastane şiddetinin diziye yansıması mıdır? Bu sahnelerle doktorların yaşadığı zorluklar mı dile getiriliyordur? Yoksa bu sahneler doktor itibarsızlaştırma kampanyasının son ürünlerinden midir? Bu sahnelerle doktorun dövülmesi ve/veya öldürülmesi normalleştiriliyor mudur? orasını bilemem.

Tek bildiğim şey kızımın son bölümü seyrettikten sonra "Bu doktorlara hep vuruyorlar. Ben doktor olmak istemiyorum" sözlerinin ne kadar ağır olduğu gerçeğidir.

Tabiki yıllarını bu mesleğe adamış insanlara reva görülen şiddeti onaylayalım, görmezden gelelim, konuşmayalım demiyorum. Ancak bu kutsal mesleğin zorluklarını anlatırken dozu kaçırıpta uygulanan şiddetin bu mesleğin cilvesiymiş gibi algılanmasına neden olmayalım diyorum. Zira herkes bilir ki, " İlaç ile zehir arasındaki tek fark dozdur."







25 Temmuz 2017 Salı

DUNKIRK



Amerikan sinemasının dahi yönetmeni, insanları ters köşe yapmayı kendine tarz edinmiş adam Christopher Nolan'ın uzun zamandan beri beklenen filmi Dunkirk sonunda vizyona girdi. İkinci Dünya Savaşındaki meşhur geri çekilme harekatının konu alındığı film kalite olarak beklenileni vermekle beraber alışık olduğumuz Nolan filmlerinden farklı kimlikte olmasıyla dikkat çekiyor.

Şimdilerde Fransa'nın şirin bir sahil kasabası olmasıyla bilinen Dunkirk normal olarak filmde bu özelliğinden uzak bir görüntüde karşımıza çıkıyor. Alman ordusunun ilerlemesiyle köşeye sıkışan İngiliz ve Fransız askerlerinin çaresizliği, İngiliz askerlerinin denizin karşı yakasında kendilerini bekleyen evlerine ulaşmak için verdikleri mücadele çok net bir biçimde işlenmiş. Genelde bu tür filmlerde asıl konu ile eş zamanlı ilerleyen çerezlik aşk hikayesi gibi popülist oyunlara gerek duymamış usta yönetmen. Anlatmak istediğini hiç dolandırmadan anlatmış.

Genelde Nolan filmlerinin sonunda hep bir ters köşe beklenir. Şöyle ayaklarınızı uzatarak bir Nolan filmi seyretmeniz çok da mümkün değildir. Ya çok gerilirsiniz ya da film içerisindeki oyunları çözebilmek için sürekli kafa yorarsınız. Dunkirk ise bu filmlerden uzak bir çizgide. Filmin sonunda herhangi bir beklenmedik olay yok. Titanik gibi beklenen ne ise o gerçekleşiyor. Buna rağmen gözünüzü ayırmadan seyrediyorsunuz.

Açıkçası filmi seyrederken Steven Spielberg'in Er Ryan'ı Kurtarmak filmini anımsadım ki sanırım herkesin aklına bu film bir şekilde gelmiştir. O filmde de olduğu gibi salt bir savaş hikayesi anlatılıyor. Tek fark bu filmde o denli kan görmüyorsunuz. Hatta hiç kan gördüm mü sorusunu kendime sorduğumda aklıma anında gelen bir sahne olmuyor.






Filmde üç ayrı hikaye özenle işlenmiş. Hemde bu,çok fazla diyaloğa dahi gerek duyulmadan başarılmış. Büyük bir sevinç ile karşılanan ancak daha sonralarında Churchill'in '' Tahliye ile zafer kazanılmaz'' eleştirisine maruz kalan İngiliz askerlerinin kahramanlıktan uzak görüntüsü de alışılmış savaş filmleri ile bu film arasındaki en bariz farklılıklardan biri. Filmdeki korku ve gerilim dolu savaş anlarının yaşandığı Manş Denizinin orta yerine konulmuş olan Bay Dawson, sakin tavırlarıyla sanki bir tur teknesi kullanıyormuşcasına seyredenin arada bir nabzını düşüren bir ilaç niteliği taşımış.

Daha öncelerde üzerinde halen tartışılan ve hala tam bir sonuca bağlanamayan konuları bu bilinmezlikten de yararlanarak işleyerek herkesi kendine hayran bırakan Nolan, bu sefer herkesin bildiği tarihi bir olayı hem de herkesin bildiği şekliyle, uydurulmuş efsanevi olaylara başvurmadan işlemiş. Tıp dünyasının halen tam olarak çözemediği rüyalar arasında umarsızca seyahat ettiği İnception'da, bilim adamlarının her gün yeni bir detay buldukları evren gerçeğine göz kırptığı İnterstellar'da istediği gibi at koşturabilen Nolan, sınırlarının belirli olduğu kendine çok fazla hareket alanı tanınmayan bir konuyu layıkıyla işlemiş.

Son olarak şunu söyleyebilirim ki, muhtemelen filmi seyreden çoğu kişi gibi ben de filmden büyük memnuniyetle çıkarken, bizim destan gibi destanlarımızın, zafer gibi zaferlerimizin reklamını yapamayışımızı düşünerek buruk bir tebessümle terk ettim sinema salonunu.